Bizler bir zamanlar, ışıklar kesildiğinde, gaz lambaları ile yaşayan ailelerin çocuklarıydık. Televizyonda siyah-beyaz filmleri izlerken büyüyünce o jöne benzeyen yakışıklı adam ile evlenebilmeyi düşlerdik. Bebeklerimiz vardı, bir kaç mutfak eşyası gibi oyuncaklar ve kilimimiz. Hayallerimiz vardı, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğunda “doktor, öğretmen” diyen dillerimiz. Hiç kimsenin evinde lüks eşyalar yoktu. Yağlı ekmeklerimiz vardı. Çikolatalarımız ve düşlerimiz vardı. Eskiden filmlerde 2000 yılını uzay çağı diye anlatırlardı.

Az şeyle mutlu olurduk. Babamızın akşam saati eve gelmesini bile heyecan içinde beklerdik. Bunlar hep “mutluluk” tu.

Yıllar yılı kovaladı, herkes bir yere savruldu. Mesleklerimiz oldu.. Eskiden oyuncaklarımızın arasına sıkıştırdığımız mesleklerimiz. Zaman çok şeyi değiştirdi. Elektrik kesilince jeneratör yanan yerlerde bulunduk, mektuplaştığımız arkadaşlarımızla mesajlaşır, internetten resimlerine bakar olduk. Hatta onların kocaman olmuş çocuklarına bile. Sıkıştırılmış bir nesildik. Aralarda bir yerlerde nefes alamamış, her şeyi zamanla içimize sindirmiş, teknolojiye uymuş, sıkıştırılmış bir nesil.

Beklentilerimiz büyüdü bizimle beraber, belki de yaşlandı. Çoluk çocuğumuza kavuştuk. Yaşayamadıklarımızı çocuklarımızdan bekler olduk. Beklemekle kalmadık istedik, direttik, zorladık.

Okullarda, otobüslerde, marketlerde bir kaç bayanın konuşmalarına dikkat ettiniz mi hiç? Kimi bale yapıyor, kimi satrançta birinci, kimi özel ders alıyor, kimi, kimi, kimi….. Beni babam okutmadı. Ben ona her imkânı veriyorum, bak ben onun yaşında onu doğurdum. Ben ve çocuğum. Kimi kiminle kıyaslıyoruz ki?

Doğurduğumuz çocuk “ben” olmayacak hiç bir zaman. Onun gizli saklı yetenekleri ve düşleri olacak. Benim, bizim düşlerimiz gibi. Biraz daha renkli, biraz daha boyalı, biraz daha farklı. Belki okulda birinci olmayacak ama belki sanatçı bir yanı olacak; belki özel derslere zorla, ağlayarak gidecek ama belki üniversiteyi kazanacak. Belki çok iyi okuyamayacak ama düzgün bir insan olacak.

Benim ve çocuğum hayali mutlaka farklı olacak. Benim düşlerim, komşunun tuttuğu özel öğretmen, el âlemin örnek çocuğu, benim yapamadıklarım…

Her şey mutlaka ailede başlıyor. Yavrumuza, biricik çocuğumuza verebileceğimiz bizim hayallerimiz, bizim düşlerimiz, bizim beynimizde şeklini çizdiğimiz hayat değildir. Tabi ki en mükemmelini her anne ister. Ama olduğu kadar, komşunun oğlu, akrabanın kızı kadar değil, olabildiği kadar. Oldurabildiğimiz kadar. Çocuğun bütün temelleri bizim ellerimizde, kalan şekil ise o küçücük beyinlerde.