Cinsiyet ayrımı hayatımızın her alanında ve her döneminde karşımıza çıkmaktadır. Daha doğrusu bizim tarafımızdan ortaya çıkarılmaktadır.
Hiç birimiz ayrımcılığı kanıksadığımızı kabul etmeyiz ama her nedense farkında olmadan biz de ayrımcılığın istediği gibi yayılmasına bir anlamda hizmet eder, zemin oluştururuz.
Eğitimli – eğitimsiz, zengin- fakir, kadın- erkek hiç fark etmez bunu hep yaparız. Nasıl mı?
Şöyle bir düşünelim bebek beklediğimiz dönemleri; uzun yıllar önce ultrason denen alet henüz hayatımızı yönlendirmeye başlamamıştı ve bizler beklediğimiz bebeğin cinsiyetini bilmeden hazırlıklara başlardık. Yaşlılar “karnın sivri oğlun olacak” derlerse eğer bebek eşyalarındaki baskın renk mavi olurdu ister istemez. Çünkü mavi, erkek rengi idi.
Tabi yaşlı uzmanlar “yüzünü sis bastı kızın olacak” demiş de olabilirdi. Bu durumda renk seçeneğimiz pembe olacaktır haliyle. Pembe elbiseler örülmeye, pembe ayakkabılar alınmaya, pembe mendiller oyalanmaya başlanırdı.
Arada cinsiyet ayrımı yapmadığını düşünen kişiler de çıkardı doğal olarak. Onların da yaptığı tedbir almaktı. Hem mavi hem pembe hazırlıklar yapılırdı ki her iki durumda da seçeceği renk hazır olsun… Asla “kız rengi erkek rengi mi olur ?” diyen çıkmazdı. Zaten kendileri öyle düşünse bile çevresindekilerin dedikodusundan, yorumlarında çekinirlerdi.
Sonra doğum vakti gelir çatar. Hasbelkader beklenen cinsiyete kavuşulmuşsa mesele yoktur. Nasılsa gerekli renkte hazırlıklar yapılmıştır. Ama eğer o anne, babanın beklediği erkek çocuğu doğuramamışsa vay haline. Kadın zaten becerememiştir erkek doğurmayı. Üstelik adamcağız erkek çocuk babası olmaya programlıdır. Şimdi ne olacak? Biraz doktora kızılır. Ama en büyük suçlu da annedir tabiî ki. Erkeğine bir erkek verememiştir. Hâlbuki adam gerekli tüm alt yapıya sahiptir ve elinden geleni yapmıştır. İş kadına kalmıştır o da beceriksiz çıkmıştır.
Bizzat böyle bir olaya şahit olmuştum yıllar önce. Annemin ameliyatı için hastanede idik. Kadının biri beşinci çocuğunu sezaryen ile doğurmuştu. Eşi, onun da ilk dördü gibi kız olduğunu öğrenince hastaneyi terk etti. Ve bir hafta boyu uğramadı. Kadının hastaneden çıkması gerekiyordu ama kimse gelip almıyordu. Biz eve çıktık ama dayanamadık, her gün gittik kadına. Sonunda babam kadının çıkış işlemlerini yaptı aldık onu evine götürdük. Kocası kapıyı açtı. Arkasını dönüp içeri gitti. Şaşırdık, üzüldük ama yapacak bir şey yoktu.
Bizler çocuklarımız doğduğu andan itibaren onlara cinsi roller biçmeye başlarız
Erkek çocuk bebekle oynamaz deriz ama eşimizin çocuğuyla ilgilenmesini altını değiştirmesini onu beslemesini isteriz. Kız çocuğu kavga etmez hep nazik olmalıdır deriz ama çoğu zaman da kendini savunma durumunda zayıf kalıp mağdur olan da hep kadınlardır. Erkek çocuk mutfağa girmez. Gerek yoktur çünkü o zaten her zaman oturup birilerinden hizmet beklemeye yönelik yetiştirilecektir. Sonra da çalışan kızımız evlenince damadımızın hazır yemek beklemesinden şikâyet ederiz. “Erkek adamın erkek çocuğu olur.” zihniyetiyle yetiştirdiğimiz çocuklarımız günün birinde kız çocuğu olduğu için bunalıma girebilir.
“Kız dediğin gelinliği ile çıktığı eve ancak kefeniyle geri döner.” zihniyeti ile beyni doldurulan kız çocuğu ise hayatı boyunca pek çok eziyete maruz kaldığı halde bunu sineye çekmeye mahkûm edilmiştir… Bunu da maalesef bizzat ailesi yapmıştır.
Kendimizi, “el âlem ne der” saplantısından kurtarıp çocuklarımıza cinsi roller biçmek yerine özgüven sahibi bireyler olarak hayata hazırlamak, onlara gelecekleri için önceden verilen en büyük hediyedir bence.