Bir tatil beldesinde tanımıştım onu, kaldığımız şirin pansiyonun tatlı dilli sahibesiydi… Kızımın hallerine ve aramızdaki diyaloğa bakıp, ne iyi etmişsin, işi bıraktığına değmiş, demişti. Sonra gözleri dolarak anlatmıştı yavrularını bir akrabaya bırakıp işe gidişini; kızının, anne meni bılakma, diye sıkıca boynuna sarıldığı günü. Halasına bırakıp kaçarak yanından ayrıldıkları kızının, arkasından çoraplarına sarılıp; annem, diye koklayarak ağladığını derin bir vicdan azabıyla paylaşmıştı. Benim de gözlerimde beliren yaşlar, onunla hemhal olduğumda hissettiğim derin üzüntünün dışa vurumuydu inceden.

Bir diğer anne vardı, fabrikada çalışıyordu senelerdir. İşi bıraktığımı öğrendiğinde, en iyisini yapmışsın demişti, ben görmeden büyüdü çocuklarım, diye de ekledi. Yine gözlerde parlayan yaşlar, yine derin bir vicdan azabıyla pişmanlık.

Bir fabrikada müdürdü bir başka anne, üç çocuk sahibiydi aynı zamanda. Tüm çalışan anneler gibi benim de derin bir sızım var içimde, demişti. Evde başarılı bir anne olamadığını, dengeler kurmak istemesine rağmen bir türlü beceremeyip, debelendiğini itiraf etmişti en samimi haliyle.

Çocuğunun kendisi olmadan büyümesine gönlü razı olmayan, kimi çoktan çocukları büyümüş halde yapayalnız vicdan azabıyla baş başa kalmış, kimileri de henüz yolun başındayken bile bütün vicdan azabına rağmen debelenmekte.

O kadar üzülüyor ve kadınların bu çırpınışına karşı acizliğime öylesine yanıyorum ki. Her geçen gün bir başka itiraf dinliyorum, dertleşiyoruz, kimileriyle de ağlaşıyoruz. Ama sonuç değişmiyor. Pek çok kadın yavrusunun yanında olmak istiyor, özeniyor, imreniyor ama bir adım bile atmıyor ya da atamıyor. Nedir günümüz kadınlarını bu denli çıkmazın içine sokan sebep?

Yavrumu büyütebilmek uğruna çalışmamayı göze alabilmemi cesaret sayıp takdir edenler, neden bu gibi kararlar veremiyorlar annelikleri hatırına? Çocuklarının en azından ilk 4 yılında yanında olmayı, onunla bir vücut olup, onu maddi manevi beslemeyi neden eziklik, değersizlik sayıyor kadınlar? Gerçekten çalışmak zorunda olan, yalnız başına çocuk büyüten pek çok fedakâr anne var. Ama bu durumda olmayan, evinden kurtulmuşçasına koşarak uzaklaşan belki de daha çok sayıda. Evde duramıyorum, çok sıkılıyorum, diyor bir anne, eşi çalışmasan da olur deyip, tercihi ona bırakmasına rağmen. Oysa iş hayatında ne çıkmazlarda debeleniyor, yorgun bitap hallerde kendini ve zarafetini kaybediyor, ardından ailesinin güvenini. Evdeki can sıkıntısından katlarca fazlasına razı geliyor hem de başkalarının hakaretlerine maruz kalmak pahasına.

Yuvayı yapan dişi kuşlar, hangi devirlerde kaldı? Çocuklarıyla ilgilenmeyi bir lütuf sayan anneler yok mu artık? Kim için ve ne için uğraşıyoruz, koşturuyoruz, para kazanacağız diye? Çocuklarımız yirmili yaşlara geldiğinde, uzatacağımız birkaç ev tapusu kâfi gelir mi onların mutluluğu için? İlgisiz büyüdüğü yılların telafisi uğruna, keşke ömür boyu kiracı kalsaydık da daha çok zaman geçirseydik anne, dediğinde boğazımızda düğümlenen acıyı, hangi gerekçe dindirir?

Hangi sebep kadını bu mutsuzluğuna rağmen, dışarıya iten? Kocalarının vurdumduymazlığı, güvensizliği desek, bu adamlar da aynı şekilde ilgisiz bir anneyle büyümüşse, ne kadar güvenilir olması beklenebilir?

Belki de biraz bencilleştik, fıtratımızın gerektirdiklerini zahmet sanıp, kendimizi evimizin kapılarından dışarıya atmayı bir kurtuluş saydık. Oysa daha da battık, büyüdükçe bizden kopan, sorun çıkaran yavrularımızla ilgilenmemeyi modernlik zannederek.

Nasıl bulacağız yeniden kadınlığımızın değerini? Ailemizi öncelik listesine ne zaman alacağız? Eğer iş kolik olup, çocuk büyütmek istemiyorsak; bu durum çocuk doğurma hevesimizle çelişmiş olmaz mı? Her kadın anneliği tatmak ister, bu çok kutsal bir duygudur; çocuk sahibi olmak da eşi benzeri olmayan yegâne lütuftur. Bu kıymetli lütfun farkında olabilsek belki de pek çok sıkıntı ortadan kalkacak. Mutlu annelerle büyüyecek mutlu nesiller uğruna anneliği yaşamaya değmez mi?