Sanki sihirli bir değnek değdi…

Bir önceki makalemde oğlum Emir’in bazı davranışlarından ve bunların ‘hiperaktivite’ tanısı ile açıklanabilir olduğundan bahsetmiştim.

Aralık ayından beri bir danışmanlık kurumundan yardım alıyoruz.Eşim ve ben ‘ilaçsız bir yöntem’ ile çözüme ulaşmayı istiyorduk. Bu kurumdaki uzman psikoloğumuz Aziz Bey, ‘oyun terapi’ yönteminden bahsetti ve konuya vakıf olabilmem için bana da oyun terapi ile ilgili bir kitap verdi. Bir solukta okuduğum kitapta gerçek bir vaka ve onun oyun terapi ile benliğini bulması anlatılıyordu. Bu bir süreçti ve netice istenilendi.

Emir, haftada 1 gün,1 saat sadece oyun oynayarak duygularıyla yüzleşti. Aziz Bey de onunla birlikteydi fakat onun davranışları karşısında tamamen nötr’dü: ne ret, ne takdir, ne kızgınlık. Hiçbiri oyun odasında yoktu.

Sadece Emir ‘in istekleri vardı, dilediğiyle dilediği şekilde oynadı. Fakat oyun terapi seansında kendisinin “olduğu gibi kabul edildiği” hissettiriliyor ve duygularıyla yüzleşmesi sağlanıyordu. Oynadıkça duygularıyla yüzleşti, yüzleştikçe rahatladı. Kimi zaman sessizce, kimi zaman bağırarak oyun odasındaki oyuncaklarla oynadı. Tabi oyun odasındayken seçtiği oyuncaklar, materyaller de onun durumuna göre değişiyordu.

Ben de her hafta Emir ile ilgili evde veya okulda veya dışarıda yaşadığımız olayları, bu olayların karşısında bizim nasıl bir tutum izlediğimizi, sonuçta ne olduğunu yazıyor, psikoloğumuza rapor ediyordum, terapiden sonra da psikoloğumuzla bunları karşılıklı değerlendiriyorduk.

İlk haftalar çok zordu. Emir’in öfke nöbetleri karşısında kayıtsız kalmak, takıntılarıyla boğuşmak, çizdiğimiz sınırlarda istikrarı sağlamak, bütün bunlar olurken diğer kardeşleri arasında da dengeyi sağlamak oldukça yorucuydu.

5 ay geçti. Önceki makalemde Emir’in alt alta sıraladığım ‘olumsuz’ davranışları, takıntıları, öfke nöbetleri, kural tanımaması, her gittiği yerden eve bir şey getirmesi gibi durumlar sona erdi. Çok şükür!

Artık ikiz kardeşi ile oyun oynuyor, kurallara uyuyor, bazen ‘bu çocuk Emir mi?’ diye kendi kendime düşündüğüm davranışlarda bulunuyordu. Hatta ve en önemlisi benimle iletişim kurmaya başlamıştı. Geçenlerde bir gün boynuma sarılıp ‘seni çok seviyorum anne’ dedi. Biliyor musunuz bunu ilk kez söyledi.

Duygularını ifade eden, karalamadan boyama yapabilen, çok güzel gülen yüzler yapabilen, çizebilen, öğrenebilen, korktuğunu, kızdığını söyleyebilen, dikkatini toplayabilen bir Emir var şu an.

Çocuğun ve/veya bir kişinin benliğini bulabilmesi, başka deyişle KENDİSİ olabilmesi için duygularıyla yüzleşmesi, yüzleşebilmesi gerekmekteymiş. Ben bunu yaşadığımız bu süreçte öğrendim. Sevgi, sabır, istikrar, kurallar ve sınırlar çocuğa kendini güvende hissettiren şeyler. Kendini bilen, benliğini bulan çocuklar yetiştirmek istiyorsak bunlara dikkat etmeliyiz.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Emir, seneye okula başlayacak, bu nedenle okula hazır olup olmadığını ölçebilmek için “Metropolitan Okul Olgunluğu” testine tabi tutuldu ve okuma yazmaya hazır bulunuşluk düzeyinin ortalamanın üzerinde olduğu tespit edildi. Bu sonuç, 5 ayın neticesidir.

Bizim yardım alma sürecimiz hala devam ediyor ve aslında özet olarak diyebilirim ki bu yazım bir önceki makalemin tekzibi niteliğindedir.

Sevgilerimle